REÇETELERLE YÜRÜTÜLEN EĞİTİMİN ÇIKMAZI Reçetelerle yürütülen hayatlardan ibaret sistemde ısrar etmek, geleceği ıskalamaktır. Her eğitim öğretim yılı sonunda aynı ritüelleri yaşıyoruz. Eğitim sistemi sınav merkezli yapılandırıldığı için, her yıl Haziran ayı ile birlikte, sınavlar ülke gündeminin ilk sıralarını teşkil eder. Üst öğretim kurumlarına öğrenci seçme ve yerleştirme amacıyla yapılan merkezi sınavlar, hayatın belirleyicisi olarak gündeme alınır. Sınavlar öncesi, sınava yönelik yapılması gerekenler, sınavların akabinde, soruların zorluk !!!!!, kolaylık!!! dereceleri, doğruluk ya da yanlışlıkları tartışılır. Haziran Ayı sonunda sınavlar açıklanınca da; alınan puanlar, sıralamalar ve okul tercihleri gündemi belirler. Velilerin dikkatini çekecek şekilde ve sürekli olarak öğrenciler üzerinden üretilen bilgiler yayılmaya başlar. Öğrenciler, veliler, eğitimciler, sistemin sınav merkezli yapılanmasından çıkarı olan sektörler, basın yayın dünyasının sınava yönelik faaliyeti olan kuruluşları, ülke öğrenci nüfusunun yaklaşık % 10’luk kısmını barındıran Özel Öğretim Kurumları, sınavları değerlendirme ve sınavlar üzerine fikir beyan etme yarışına girerler. Adeta birer “reçete” gibi kabul gören bu açıklamalar, eğitim sisteminin tüm işleyişini belirleyen bir içerik ve anlayışıyla sunulur. Bu “reçetelerdeki” açıklamalarda eğitim; bireyi insanlaştıran yönüyle ve kişisel gelişimin en uygun şekilde tamamlanacağı faaliyetler bütünü olarak ele alınmaz. Sınav sonucu sayısal verilerle ifade edilen puanlar ve sıralamalar, “başarı” olarak sunulur. Eğitim; “sektörel” bazda “ticari faaliyet” yapan bir iş kolu olarak değerlendirilir. Eğitim sisteminin asıl unsurları olan eğitimcilerin meslek örgütleri ve eğitim akademileriyle sistemi değerlendirme gündemde olmaz. Sınav merkezli açıklamalar içeren bu “reçetelerin” hayatta somut bir karşılığı yoktur. Çünkü; insanın yaratıcılığını esas alan ilkeleri ve insanın, daha yaşanılır bir dünyaya katkısının neler olması gerektiğine yönelik yapılacakları içermez. Bütün bu faaliyetlerle; Liselere Giriş Sınavıyla; 8 yıllık eğitim-öğretim hayatı, 155 dakikalık sürede, Üniversite Giriş Sınavıyla; 12 yıllık eğitim-öğretim hayatı, 165 dakikalık TYT ve 180 dakikalık AYT olmak üzere, 345 dakikalık sürede cevaplanacak sorulara verilen doğru – yanlış sayısına hapsedilir. Öğrencinin “başarısı”; testlere verilen doğru cevap sayısını esas alan formüllerle hesaplanan puana ve puanın denk geldiği sıralamaya göre belirlenir.!!!!!! Sınavların öncesinde ve sonrasında ve de puanların/sıralamaların açıklanmasıyla birlikte, velilere ve öğrencilere öneriler başlıklarıyla sürdürülen açıklamalarla yılların tekrarı yeniden yaşanır. “Reçetelerdeki” açıklamalar; tek kaynaktan yapılıyormuş ve değişmez doğrularmış gibi, yıllarca değişmeyen simalar aracılığıyla ve aynı cümlelerle her yıl tedavüle alınır. Çoğunluğu telkinler şeklinde olan bu açıklamalar, özellikle puanların ve sıralamaların belli olmasıyla, gidilecek okullar konusuna yoğunlaşır. Eğitim adına yapılan ve telkinlerden oluşan bu açıklamalarda, sınav merkezli anlayış hakimdir. Tercih edilecek lisenin, üniversite sınav başarısı mutlak gözetilmesi gereken bir ölçüttür. Bitirilecek fakültenin kamuoyunda ve iş hayatındaki karşılığı, uluslararası kabul düzeyi de kayıt sırasında mutlaka dikkate alınmalıdır… Eğitim sistemi; İnsanı merkeze almamış, kişisel gelişimi esas alarak yapılandırılmamıştır. Önceliği, devlet ve devlet kurumları olmuştur. Merkezi olarak yapılandırılan eğitim sistemi, devletin kuruluş ayarlarının temelini teşkil eden argümanlar üzerine kurulmuştur. Eğitim sisteminin temel çelişkilerini, kuruluşa esas bu anlayışta aramalıyız. Bu anlayışın, vazgeçilmezler olarak zihinlerde yer etmesini düşündüğü kutsalları vardır. Değişmeyeceği/değiştirilemeyeceği ön kabulüne göre belirlenen kutsallara yüklediği anlamlar vardır. Bu anlamlar; “milli birlik ve beraberliğimizin korunması”, “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü”, “vatan ve bayrak sevgisi” olarak kalıplaşmış ifadelerle eğitim sisteminin olmazsa olmazlarıdır. Bu kutsallara yüklenen anlamlar, asla esnetilemez. Çünkü; “devletin bekası” her şeyden önemlidir ve öyle olmalıdır. İnsan, birey, kişisel gelişim, insan hakkı, hukuk, adalet gibi kavramlarla ifade edilen “değerler” bunlardan sonra gelir. Eğitim sistemi de; bu ön kabuller üzerine yapılandırılmıştır ve faaliyetler bu değişmezleri gerçekleştirmek üzere yürütülmektedir. Yüksek yerden gelen ve emir telakki edilen bu faaliyetleri hayata geçirmenin en kolay yolu, ezberciliktir. Sistem, ezberci bir şekilde sınav endeksli olarak işlemektedir. Ezber odaklı eğitimin temelde en olumsuz etkisi; olaylar ve olgular arasındaki neden sonuç ilişkilerinin düşünülmemesidir. Araştırmayan, sorgulamayan, mantık sürecini işletmeyen bir yöntemdir. Ezbercilik; söyleneni olduğu gibi tekrar, gösterilenler arasından isteneni seçip, işaretleme, bütün içindeki eksik parçanın adını söyleme gibi. Analiz ve sentez yeteneği gerektirmeyen, analitik düşünceyi harekete geçirmeyen faaliyetlerle oluşur. Sınav sonuçları açıklandığında da; kim ya da kimlerin birinci olduğu, hangi okulun hangi puan diliminden öğrenci aldığı eğitim adına konuşulur. Sınav merkezli eğitimin değişmez yöntemi, ezberdir. Ezber yöntemiyle ve “milli duruş” adı altında yürütülen eğitimle, ırkçı zihniyetin politikalarının değişmez savunucusu nesiller yetişir. Bu nesiller, hayatın her alanında devlet adına yapılacakları, bu politikalar doğrultusunda belirlemeyi asli görev olarak kabul eder. Bu nesillerin belirlediği ilişkiler ağı ve yönetim anlayışı; hukuku sürekli ıskalar. Böylece, adaletin egemen olduğu hayata hoyrat bakış kabul görür. 30 Haziran 2022 Ali Ekber Pekşen Bodrum - Muğla

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar